Kimsin len sen?

My photo
New York, NY, United States
Internet mecrasinda yazma macerasina eksi sozluk'te baslamis, su aralar ise blog yaratma girisiminde olan bir insan evladi marlboro insani. Bildigin senin benim gibi bir adam teknik olarak. Belki ortalamanin biraz daha ukalasi. Yerli olur, yersiz olur. Hosgoruverin.

Wednesday, June 10, 2009

Kendine gel olm...

En son yazdigimdan yuvarlak hesap 3, nokta vurus yapacaksam 3 kusur sene gecmis. Sene olmus 2009. Bendeniz su noktada bir arkadasin evinde, gerrizekali TimeWarner Cable'in azizligine ugramis bicimde yayilmis oturmaktayim.

Yas olmus 26 (o da yuvarlak hesap), 4 gune Istanbul yolcusuyum. 2 aylik memleket ziyareti, bir dovizli askerlik badiresi ve ortalama iki tatil sonra New York'a geri donup yeni bir evde, yeni bir ev arkadasiyla, ayni iste cosma hazirligi icindeyim.

Blog'a geri donmemin sebebi biraz sikinti (elimdeki internet baglantisi sadece Google ve bir kac alakasiz siteye girmeme izin veriyor...), biraz memlekete yarar saglama ihtiyaci (yazarak dunya kurtaracagim), biraz da eksi sozluk'e giremiyor olmam. (orada da yazdigim gibi, sozluk yuzunden Turkiye'nin blog yazari hala azinliktir internet aleminde...)

Emme velakin daha once de bir kez heveslendigim uzre arada bir buraya bir seyler karalamak, ileride donup baktigimda "vay ulen ne ibismisim" diyebilmek istiyorum.

Hem belki aklima cin bir fikir gelir, vatana millete bir yararim dokunur; ne bileyim belki gelecek nesillere ornek falan olurum. Nasil olacaksa artik. Bakalim. Kismet.

Neyse... Bu uzun girizgahtan sonra biraz "cok yaslandik olm" tiradi cekmek, ve bu esnada bir yandan klisenin dibine vurup diger yandan da hakikaten 25 yas barajini asmanin kisinin psikolojisinde nasil travmatik etkiler yarattigina deginmek istiyorum.

Gecen Aralik 25'i tamamlarken bir yandan kiz arkadasim, bir yandan arkadaslarim sagolsunlar kutlama ustune kutlama, eglence ustune eglence yarattilar. Tabiri caizse 3 gun 3 gece dogum gunu kutladik. (Biraz da bahane ariyordu insanlar; cok iyi denk geldi yilbasi oncesi. Maksat "abi madem 2 hafta Turkiye'ye donduk, geberelim eglenceden. bi gun nefes almayalim; cigerimizden eglence ciksin sonunda" anlayisi. Canina kurban. Neyse, konuya donelim...)

Kutlamalar bitti, yilbasi oldu, vesaire. New York'a donmek icin ucaga bindim. Ve o noktada bir sey dank etti. Tam nasil tasvir edebilirim bilemedim, ama etrafa bir baktim; yanimda oturan cocuk, kiz arkadasi, boyle ben diyeyim 19 siz deyin 20... Tipik universite gencligi. Biraz asi, biraz lakayit. Arkada bir cift, biraz koklasip biraz didisiyorlar; erken tarafindan 30larindalar tas catlasa. Koridorun obur tarafinda 15-16 yaslarinda bir velet, elde PSP Grand Theft Auto oynuyor, kulakta kulaklik, suratta cok ciddi bir ifade...

O ucaga binmeden, hatta o dogumgunu kutlamalarini yapmadan once kendimi yakin hissedecegim insanlar o PSP oynayan velet, ya da yanimda oturan universite gencligi idi. Dusunun bir, daha teknik olarak daha universite biteli 4 sene olmamis o noktada. Profesyonel hayatta bildigin "acemi"yim cunku. Ve oyle 18lik toy delikanli degilim artik belki ama genclik kulvarinda "tecrubeli"yim en agir tanimiyla.

Ancak arkadas o 25 yas bariyerini astim, ve boyle tokkkkat gibi bir sey patladi suratimda. Bir anda, aniden, "nooooluyo arkadas" diyemeden "len yaslaniyoruz olm" kumesine transfer oldum. Arkamdaki 30luk cift bir anda cok da "30luk" gozukmeyiverdi gozume...

Sonra da haliyle bir dusunce aldi beni. N'olmustu da birden bire ruhta bir agirlasma, gucte boyle bir sapma olmustu?

Sigara birakmayi muteakip gotun gobege karsimasi, iste terfi, yazin askerlik, donuste yeni ev, projede artan sorumluluk falan derken kadar cok sey mi birlikte degismisti? Kaldiramadi mi acaba bunye?

Bir bakima kaynar kazana atilmis kurbaga misali bir "kazandan kacis" halet-i ruhiyesine burunmus durumdayim su aralar. Halbuki sen alttan kisik ver atesi, agir agir piselim. Di mi? Yok. Illa her bir bok ayni anda degisecek. Ulen bukalemun olsam adaptasyon sorunu cekecegim. Oyle bir sey bu.

Yahu gecenlerde evi tasiyacagim; ev arkadasim terk etti gitti New York'u (Harvard'a girdi pis herif), boyle bir stres boyle bir carpinti hali yok. Yok "ehliyeti kaybettim UHaul'u nasil kiralarim", yok "evde kalan esyalari nasil cikaririm evden; cikmazsa security deposit'ten keserler", yok "Pazar gunu asansoru kullandirmazlarsa nasil iner o kadar esya asagi"...

Ulan?!?! Bundan 2 sene once biri bana "ev tasiyacaksin" dese, son gunden bir gun oncesine kadar kilimi kipirdatmazdim. Son gun de "bir sekil tasiriz" diyerekten yayar yatardim. Oyle genis, oyle rahat, oyle ipi kusagina zki tassagina yasayan bir kisiydim. Simdi oyle mi? Nah oyle. Neredeyse ulsere vardi stresin boyutu... Uyku tutmadi be kac gece. (Arada projeyui yuruten menejer de detay manyagi, surekli bir seyler isteyen bir kisiydi; onun da kesin etkisi olmustur...)

Neyse... Soracagim su: bu mudur "buyumek"? Millet "olm yaslaniyoruz" geyigi yaparken bunlardan mi bahsediyor? Somut bir sey arkadasim bu. Parmakla gosterebilirim "aha, tam 'su' noktada 'yaslandim' ben" diye. Ya da "genc olmayi biraktim" belki. O daha uygun olur gibi geliyor.

Lisenin sonlarina, universitenin basina donsek olmuyor mu? Oralar daha bir ferah, daha bir havadardi bilader... Pufur pufur, kucuk kaygilari olan bir donemdi...

Ozetle bir hava almak lazim yani. Umuyorum ki onumuzdeki 2 ay, 3 haftasi dovizli de olsa askerde gecmek uzre, bana boyle bir infuzyon yapacak. "Yarasin kocuma benim" tandansli bir kendime-gelme olacak Agustos ortasina kadar.

Boyleken boyle iste.

(Lolcats.com'dan arak)
Kendine gel olm...

Tuesday, January 17, 2006

Pandora'nin eeeoooo...

Eh madem yukardaki yazida adi gecen tren varmak ile yukumlu oldugu duragi henuz bulamadi, yazmaya devam.

Pandora diye bir web sitesi mevcut. http://www.pandora.com ‘da ikamet ediyor kendisi (yapma be, harbi mi?). Google’dan beri gordugum en muhtesem fikir desem abartiyor olmam. Ha benim gordugum en muhtesem sey olmasi kimi baglar, orasini beni baglamaz ama bakiniz nasil bir sey:

Siteye girdiginizde karsiniza macromedia bir arayuz cikiyor. Cok kisa bir kayit yapiyorsunuz sisteme. Sonra da sevdiginiz bir sarkinin ya da sanatcinin ismini girip “Find” diyorsunuz.

Sistem, girdiginiz sarki ya da sanatcinin tarzina benzer sarkilari ve sanatcilari buluyor ve siraya dizip calmaya basliyor. Begendiginize “sukela”, begenmediginize “cok kotu” diyerek yapay zekayi yonlendiriyorsunuz ve tarzinizi sisteme ogretiyorsunuz.

Misal, Nightwish girdiniz kutuya; Pandora bey kardesim de yaratti size bir “Nightwish Radio”. Ilk gelen sarki genellikle sectiginiz sanatcidan oluyor. Diyelim ki “Wishmaster” caliyor. Sarkinin ortasina dogru “bakalim ne var bundan sonra” dediniz kendi kendinize (icinizden dediginizi var sayiyorum; boyle seyleri yalnizken sesli soylemek iyiye alamet degildir ona gore) bastiniz “Wishmaster”a “sevdim ben bunu” oyunu, hop gelsin sonraki sarki. Ha isterseniz direkt “sonraki” diyebiliyorsunuz da ben bir paragrafta iki kus vurayim diye boyle anlatiyorum. Neyse, sonra varsayalim ki “Evanescense”tan “My Immortal” geldi. Ne alaka demeyin; elektrogitar riffleri, davul ve agirlikli bayan vokal parametreleri Pandora’nin bu iki grubu ayni potada degerlendirmesi icin gecerli sebep. Ama siz Amy Lee’ye ezelden giciksiniz varsayalim. Cat basiyorsunuz “ne len bu boyle” mealli “I don’t like” tusuna, bir daha ne Amy’i ne Lee’yi cikariyor karsiniza Pandora. Oyle de ince mesajdan, igneden anlayan bir kisi.

“Abi cok guzel bu sarki ya? Ben seviyorum boyle muzik” deyip tikandigimi cok bilirim ben sarkilar adina. Pandora bu engeli catir cutur kaldiriyor ortadan. Belli parametreler ile sisteme girilmis sarkilari tahminimce karmasik bir algoritmayla tarayip sectiginiz sarkiya parametlereri en cok benzeyen basklarini cikariyor karsiniza.

Sarkilari download etmek mumkun olmasa da ve sistemde saat basina “sonraki” sarkiya atlama limiti olsa da yaratilabilecek radyo istasyonlarinda bir kisitlamaya rastlamadim ben.

Ha adamlar bir de “Buy this album from Amazon” ve “Download this song from iTunes” diye iki de secenek entegre etmis programa; tadindan yenmiyor. Begendigimi once atiyorum “favorites”e, sonra da gidip catir cutur indiriyorum iTunes’dan.

Isin en temiz tarafi da 128 kbs yayin yapan bu sitede daha bir kez olsun ne bir buffer cabasi gordum, ne atlama yaptigina tanik oldum. Normal bir broadband baglantiyla hayat guzel; hava gunesli.

Neyse efendim, ozetle diyecegim odur ki anlatilmaz yasanir bir mecra Pandora. Ve garanti ediyorum, muptelasi olacaksiniz; bandwidth manyagi yapacaksiniz baglantinizi.

Sevgiler,
Selim

Balerina Cif belki.

Saat aksam 7 sulari burada. Yaziyi New Jersey Transit’in lokal hizmet veren trenlerinden birinden yaziyorum. Amtrak Princeton duraginda bekleme yapiyor, insanlarin gonlunu hos eyliyor olsa koltuguma genis genis kurulup yaziyor olacagim, hem de aletin pilinden yemeyecegim ama kismet degilmis. Yayildim toplu tasima aracinda koltuguma, oyle de olsa boyle de olsa yaziyorum.

Zaten tam da “rush hour” olmus; ayaga basan mi istersin, patronuna ofiste illet olup sucsuz tren yolcusuna cikisan mi istersin, herkes ayni vagona toplanmis anasini satayim. Dizi cekiyor olsam 2 bolumluk malzeme onumde oturuyor yani. (Adam yanindaki gazete okuyor diye soylenmeye basladi kendi kendine simdi de. Ne arizalar var yarabbim...)

“Blog’da yeniden yazmaya basladim! Hurra!” demek istiyor deli gonlum. Hayir bunu daha once bir kez daha soylemistim, sonra da mantar olmustu; onun ben de farkindayim. Ama yazacak dinamik mecramiz eksi sozluk hazir bulundukca blog’a bir seyler karalamak pek cekici gelmiyordu. Sozluk’te yazdiklarim dakikasinda yuceltiliyor, ben de karmadan karma begeniyor, sozluk hanimlarimiza hamburger pazarliyordum. Ama gelin gorun ki her seyin bir sonu oldugu gibi bu dinamigin de bir sonu var imis.

Ha yanlis anlasilma olmasin. Sozluk’u takip edenlerin de bilecegi uzre acikli, dramatik, dunyayi yerinden oynarak falan sozlukten uzaklastirildigim yok. Orada da yazdigim uzre, uzun ayrilik tiradlarina da gerek yok. Sadece sozlukten eski keyfi alamadigimi farkettim ve yazmayi biraktim. (Ulen hesabini niye dondurdun denyo? diye soranlar icin de Atilla Tas’tan gelsin: Kirmizilim sana yandi canim!)

Ancak insan yazmaya bir alisti mi kolay kolay geri donus olmuyormus. Ben bugun bunu gordum. Bir sey carpiyor gozume; aklima bir sey geliyor. Parmaklar klavye, gozler tanim ya da ornek yazacak beyaz bir kutu ariyor. Eh oyle ya da boyle, ibne basin bunu da yazin diyerekten bu yola kaldigim yerden devam ediyorum. Hayirlara vesile olur insallah. (Abicim, valla afra tafra yapmiyorum “yok yola kaldigim yerden devam ediyorum, yok bilmemne”. Ben okuyanin oldugu/olabilecegi ortama yazmaya alismisim. Hem el yazim musait degil gunluk tutmak icin. Doktorun yazdigi receteyi aratmayacak “sevgili gunluk” mu olur allah askina?)

Bir de ara not koymak isterim: Sozluk’ten elimi ayagimi biraz ani bir sekilde cektigim icin kimseye “aha abi cep telefonum bu; bak Allah’in adini verdim new york’a bir kahvemi icmeye bekliyorum” diyecek firsatim olmadi. Blog vesilesiyle her turlu iletisime 7 gun 24 saat (milli tatiller haric) acigim efendim. (Ha kahveye de beklerim ayrica.)

Neyse, yeni bir sayfa acmak amaciyla yazdim bunu buraya. Corba gibi oldu biraz; okuyanlar kusura bakmasin. Ama malum, onumuz kis. Corba guzel gider boyle sicak sicak. (Ulan bi ezogelin olsa surda, limonu sikip nasil icerim belli degil...)

Sevgilerimle,
Selim (marlboro insani mi deseydik?)

Friday, June 24, 2005

Acinin yok sayilmadigi...

Bir onceki blogda bahsettigim yazi dizisine meyletmeden once birkac bir sey karalamak istedim. Inatla NY'daki hayati aktarmami bekleyenlerden pesinen ve illaki ozur diliyorum.

Saat 2.07'yi gosteriyor su an. 5 saat sonra uyanmam ve "corporate america" icin ruhumu satmaya odaklanmam gerekiyor yine. Zaten son 2 haftanin ortak paydasi "bugun amerika icin ne yaptin" kabilinde vuku buldu. Bundan sonraki 2 sene de her sabah (ve hatta her aksam) kendime ayni soruyu soracagim.

Ayrildigim kiz arkadasim MSN'de online'di demin. O Turkiye'de. Ben buradayim. Aramizda 1 kita, 1 okyanus, 7 saat fark var... Sadece MSN'de gormek bile icimi burkuyor hala...

Uzak mesafeden iliski yurutmek hususunda, gectigimiz 2 sene icinde bir metronom misali bir gorusten digerine sallandim durdum. Yeri geldi, araya giren mesafenin bahis dahi edilmeyecek derecede onemsiz oldugunu, askin gucunun her seyin ustesinden geldigini savundum; yeri geldi, mevzubahis iliskinin mantik cercevesinden son derece uzak olduguna kanaat getirdim.

Ve her ne kadar arabesk gelecek olsa da (Ayna'nin bu isimde bir sarkisi mevcut hatta) "severek ayrildim".

Ayrilan bendim, evet. Ama bu ayriligin ne kadar aci koydugunu, onsuzlugun ne derece aci verdigini kelimelere dokmeye calismak dahi abes geliyor. Hala...

Hayatimda beni en mutlu eden, yanindayken en mutlu oldugum bir insana "artik olmayacak" demek kadar canimi yakan, agzima sican bir olus, bir durus daha olsun sanmiyorum.

Sonunda mantigimin kazandigi bir savas verdim hislerime karsi. Butun sevgime ragmen sevgimi bertaraf ettim bir bakima. O'nu kirdim; kendim tukendim. Ve butun bu hadisenin en cok canimi yakan, en cok hayatimdan calan kismi, "mantiken" verdigim kararin yine "mantiken" ardinda durduguma kendimi inandirmak oldu. Cunku biliyorum, O inanmadi bana. Hakli olarak. "Sevgi oldugu surece aramizda, ask oldugu surece, mesafenin ne onemi var?" dedi, ta sonuna degin... Ve hakliydi. Sevgi oradaydi; ask oradaydi hala. Ve ben yeterince guclu degildim ozunde.

O'nun inandigi gibi inanamadim "biz"e. Onun sevdigi kadar sevsem de sevgimle besleyemedim O'nsuzlugu...

And I failed, miserably... Onsuzlugun "mantiken" de olsa daha mantikli, daha basacikilabilir oldugunu dusundum. Ve onsuzluk, beni "biz"den arindirdigimi, kendimi O'ndan uzaklastirdigimi dusundugum en "mantikli" dakikalarda beni yerden yere vurdu...

New York'ta bir yasam kurdum kendime. Evet, yaptigim isten son derece memnunum. Evet, arkadaslarimin cogu burada. Evet, kardesim diyecek kadar yakin oldugum Emre ile ayni evi paylasiyorum. Ve evet, disardan bakildiginda sikayet edecek miniskul bir mevzuya dahi yakin degilim. Ama O'nsuzluk, kendi insiyatifim neticesinde yuzlesmek zorunda oldugum Seda'sizlik belki de simdiye kadar karsilastigim en agir ceza; cektigim en buyuk cefa...

Blackmore's Night caliyor su an Winamp'te. Daha gecen yaz, bundan bir sene once Istanbul'da, Yedikule'de konserine gitmistik birlikte Blackmore'sun... Simdi ise tek yapabildigim dolunaya bakip "Under a Violet Moon"u dinlemek.

Canim yaniyor...

Selim

Thursday, June 23, 2005

Ilk Is ve Gozlemler --hayatin g-noktasina dair olur olmaz bir izdusumu

En son blogu yazdigimin ustunden birbucuk ay gecmis. Demistim ama, oturup duzenli yazi yazdigimi hatirlamiyorum kucuklugumden beri. Neyse, mevzuya donelim.

Gecen yaziyi yazarken oturdugum koltuk ile su an oturdugum koltuk arasinda gozle gorulur bir fark var. Nasil gectigini anlamadigim su birbucuk ay icersinde mezun oldum; ailemle kisa bir yolculuk yaptim; is buldum; New York'a tasindim; ve calismaya basladim.

Uzaktan baksam "terbiyesizlik" derdim boyle bir yogunluk icin. Sekiz ay surum surum surundukten sonra bir anda is teklifi almak, hatta mulakattan on gun sonra pat diye calismaya baslamak sinirlerimi "playdoh" hamuruna cevirdi serefsizim. Iki ay boyunca dogru duzgun uyku uyuyamadiktan, kendimi bir noktaya kadar "basarisizlik" ile sucladiktan sonra, hem de pat diye, kendimi "corporate america"nin tam ortasinda, New York'un gobeginde bulmak cidden cin carpmisa cevirdi beni.

Oturup calistigim sirketin fonskiyonunu, cirosunu, musteri profilini yazacak degilim burada. Hem zaten bilgilerin bir kismi "confidential"; etige, ahlaka ters duser bunlardan bahsetmek. (Devlet sirri sanki. Neyse.) Onun yerine, ogrencilikten kisa donem issizlige, oradan da "full-time employment"a atlamaya dair hissiyatlarimdan bahsedecegim. Hem daha icsel, daha kisisel olur anlatacaklarim; buralari okuyan, takip eden varsa sonrasinda "cok yakiniz" diyebilir, "hey dostum birer kahve icelim mi?" diye aramizda sakalasabiliriz. Super olur.

Bu nedenle, ufak capta bir "yazi dizisine" basliyorum efendim; vatana millete hayirli olsun. (imza: Kenan Ercetingoz)

Selim